röportaj
LİLLA EFLATUN
Tek çizgi işlerinde her şeyin birbiri ile olan kaçınılmaz bağlamını vurguluyorsun, bu kolektif bilince de işaret ediyor. Kendini bir yaratıcı mı yoksa bir aktarıcı olarak mı görüyorsun?
İkisi olarak da görüyorum. Yaratıcı olan gücü diğer her şeyden ayrılan bir şey olarak düşünmüyorum, aktarıcılar da onun bir parçası. Resimlerimi yaparken kesinlikle eskiz yapmıyorum. Sadece ne yapmak istediğime karar veriyorum ve bir noktadan başlıyorum. İzlemek de çizimin bir parçası. Bittiğinde ve bir şey çıktığında o bana değil hayata ait oluyor. Kolektiftir tabii ki her şey.
Kolektifin içindeki sen olma durumunu nasıl çerçeveliyorsun?
Doğduğum andan itibaren karşıma bir şeyler çıktı ve onları ben seçmedim. Tek yumurta ikizim bile olsa, biz elele koştururken, belki bir deli ona bir dil çıkarttı ve sadece o gördü, karakterimiz bu yüzden ayrı gelişti. Tamamen rastlantısal. Yine de neyi beslediğimizi biz seçiyoruz, kişinin kendisine has bir şey çıkmış oluyor böylece, her şeyden etkilenmiş olsak bile, toplamı özel, ayrı bir toplam oluyor.
Henüz bağlamını kuramadığın alanlar, durumlar ve olaylarla ilişkin nasıl? Oradaki eksikliklerden nasıl ilham alıyor ve faydalanıyorsun?
Onlardan çokça var. Sürekli iç çalışma yapıyorum. Bir döngünün sürekli önüme geldiğini görüyorum çözemediğim konularda, onlarla ilişkim meraklı oluyor. Ne kendimden yana ne de başıma gelen şeyden yana olmak istiyorum. Olduğu gibi görmek istiyorum ki algım genişlesin. Farkındalık bazen açılıyor, bazen açılmıyor veya uzun sürüyor, anladığımı zannederken anlamamış olduğumu görebiliyorum, tekrar başa sarıyoruz. Aynı keşfi on kere yaptığım da oluyor. Çizimlerim gibi, nasıl çizmeliyim diye düşünmüyorum ama çize çize, deneye deneye, yetkinlik kazandığı bir akışa sahip oluyor. Hayatta da böyle aynı keşifleri yapsam bile, aynı döngülerin içinden geçiyor olsam bile daha çevik şekilde geçiyorum, kıvraklığım artıyor.
Noktalara, sabit kalan şeylere inanıyor musun?
Çizgi noktalardan oluşuyor tabii ama sabit kalmaya inanmıyorum.
Nasıl başladı bu tek çizgi işler?
Elimi kaldırmasam nasıl olur diye düşündüm. Perspekifini ayarlayabilir miyim? Bir şeyi öne bir şeyi arkaya getirebilir miyim? Oldu. Tamam dedim. Gerek yok karar vermeye, sadece kendine güven, yamuksa yamuk, eğri ise eğri, onlar kendilerini ortaya çıkaracaklar diye düşündüm. Sürahi geliyor, altına masa oluşuyor, bardaklar geliyor yanına, birisi bir anda sürahiye uzanıyor, arkasına koltuk geliyor ve kendi kendine oluşuyor. Tek çizgi, kadim bilgiye uygun, kendi kuyruğunu yiyen yılan. Başladığım yerde bitiriyorum. Bir fikir çıkıyor ve bitiyor, sonra bir sonrakine…
Özgür irade hakkında ne düşünüyorsun?
Bunun üstüne çok düşündüm. Özgür irade yok ama insanın yapabileceği bir şey var. Her şeyin doğadaki güçlerden dolayı, kendi kendine mevcut olan kurallar dahilinde ortaya çıktığını bilen insan; içgüdülerinin, bedeninin, zihninin yani makinasının nasıl çalıştığını tarafsız bir biçimde gözlemlemeye niyet edebilir. Bunu gözlemledikçe de, artık bu güçlerin onu hareket ettirmesi denilen kaza kanunundan adım adım gönüllü çabayla ayrılmaya başlayabilir. Özgür irade yoksa yaşamın ne anlamı var gibi bir soru geliyor çoğunlukla insanlardan, öyle değil çünkü özgün irade diye bir şey var. Sen ve senin bu kurallar ile yaşadığın dert, sana has bir dert, başkasında yok, sana özgü bu dert alanı çok değerli, evrende bir tane daha yok aynısından. Sen kendi dertlerini çözmek için, o niyet ile birlikte bir şeyler yaparsan, dünyayı da değiştirmiş oluyorsun, anlamsız bir hayat yok.
Gün düşleri mi gece düşleri mi?
Hepsi! Bugünlerde rüyalarım hoşuma gidiyor, okumalarını da yapıyorum. Sabahları çok düş kurmamaya çalışıyorum çünkü enerji oraya akıyor. Durduk yere hayal kurmak bence pasif yapıyor insanı, fazla yapmamak lazım, eylem daha iyi, yoksa binlerce hayal kurarsın. Gece düşleri diyebilirim bu yüzden.
Bir misyonun var mı?
Daha iyi anlamak istiyorum kendimi ve bulunduğum yeri, kendimi anlarsam diğer her şeyi de daha güzel anlayacağımı hissediyorum. Anlamak da değil aslında, daha çok hissetmek istiyorum.
Çok yönlüsün, aynı zamanda şiir yazıyor, müzik de yapıyorsun, ses kayıtları alıyorsun, oldukça üretkensin. Durduğun ve üretmediğin zamanlar da oluyor mu?
Şiir yazıyorum, çok yayınlamıyorum. Üretmediğim zamanlar da oluyor, bir iki hafta kadar, hayal ediyorum işte o süreçte de, düşünüyorum, çalışma devam ediyor aslında. Boşluk bulduğum her anda keyif yaparım.
Sanal Sohbet Terapileri ismini verdiğin erişime ve etkileşime açık kayıtlar var. Biraz bunlardan bahsedelim mi?
Çok sevdiğim dostlarım bana sesli mesaj yolladıkları zaman içim neşeyle doluyor ve onları tekrar dinliyorum. İkimizin arasında olan ses tonlamaları, espiriler, havadan sudan bahsetmek, bunlar çok iyi geliyor, her şeyi unutuyorum. Bunların uzun versiyonları olsun, bir başkasının sesli mesajı gibi dinlensin, ben de anlatmış olmayım istedim. Sen diyorum, yakın hissediyorum, gerçekten biriyle konuştuğumu hissediyorum. Devam edeceğim bu kayıtlara.
Sanata erişilebilirlik hakkında ne düşünüyorsun? Seyircin ile olan etkileşim anlam arayışında seni nasıl besliyor?
Bir adada olsaydım ve kimsenin görmemesi şartıyla, istediğim kadar malzeme, istediğim her şeyi yapabilmem için bana verilmiş olsaydı, bir yerden sonra kendimi kötü hissederdim. İnsanlardan besleniyorum.
Her sanatçının muhakkak yaşaması gerektiğini düşündüğün bir zorluk?
Hiç zorluk yaşamamış biri bence sanat yapamayabilir. Hangi zorluk olduğu farketmez, yaptığı sanat değişir buna göre. Kiminin ailesiyle sorunu vardır, şiirine, resmine yansır. Kiminin yürüdüğü sokağın taşının şekli ile sorunu vardır, kavramsal, belki şehir planlaması ile ilgili bir şeyler yapar. Hayatın bize sağladığı zorlukların yerine, kendi zorluklarını yaratan ve çözümlerini zevkle tasarlayan kişi bence sanatçıdır.
Sıradan bir süper gücün olsa, gece ışığı kapatmak için kalkmak zorunda olmamak gibi, ne olurdu?
Fırçalarım kendilerini yıkasın, gidip duşa girsinler!
Kendine sansür uyguladığın oluyor mu?
Oluyor. Türkiye’de cinsellik çok bastırılmış olduğu için, iki tane erotik resim yapsam, erotik temaları işleyen bir sanatçısın, bu konu hakkında neler düşünüyorsun diye soruyorlar. Halbuki yüz resimden birkaçı böyle. Bununla etiketleniyorsun, daha fazla yapasım var ama yaparsam da bununla etiketleneceğim. Ben görsel sanatçıyım, konusu önemli ama birbirlerinin içerisine nasıl yerleştikleri hepsinden önemli, o insana ait başka bir sezgiyi ifade ediyor ve bu düşüncelerden daha az kıymetli değil. Sekste bir şekil var, yemek yiyen insanlarda, koşan insanlarda, kamyonlarda, her şeyin bir şekli var, hepsi aynı benim için. Bir şekil sanatçısıyım ben, her şeyi çizerim.
Sansasyonel yumuşak karnın ne? Başka bir ülkede üretimin nasıl değişirdi?
Burada yapamadığım bir hayalim var. Bulunduğum yere bir kamera koyardım, kimse umrumda olmazdı, yaptığım Sanal Sohbet Terapilerinin bir versiyonu. Gündelik hayatımdaki her şey, seks hayatım, resimlerim bu kayıtlara dahil olurdu. Burada yapamayacağım bir şey bu. Yapsam yaparım, bir şeyleri göze almakla ilgili. Çok mu gerekli diye hesaplar yapıyor tabii insan. Sanal sohbet terapisini yaparken çok açık konuşuyorum ama canım yaşadığım sevişmeyi de anlatmak istiyor, her şeyi anlatmak istiyor, benim bildiğimi kimseden saklamak istemiyorum. Madem günlük gibi bir şey bu, istiyorum ki bir kişi, bence dünyada yok bundan, tüm yaptıklarını içtenlikle anlatabilsin, ben bunu yapabilirim, güzel de anlatabilirim. Birçok şeyden vazgeçmek gerekiyor bunun için, aslında sanatçı olarak kurduğun imajdan bile vazgeçmek gerekiyor, sergiye giderken ne giyeceğini seçiyor ve istediğin şeyi bile giymemeyi seçebiliyorsun. Onlarca etiket var.
Bir günlüğüne tüm kararlarını senin yerine verecek olan, tarihten birini seçseydin kim olurdu?
Cüneyt Özdemir olurdu. O gülünce ben de gülüyorum, gülsün. Çok da bir şey istemez, çile de çekmeye gerek yok. Sanatçı falan ister miyim bilmiyorum, cins cins tipler olabilir, sanatçıların çoğunun karakterini bilmiyorum. Bir çay ister kahve ister çok da bir şey istemez, ben de keyifli bir gün geçirmiş olurum. Gel şu duvara bir şey çiz der herhalde en fazla, onu da çizerim. Eğlenceli bir şey yaşamak isterim, havalı bir şeyle uğraşmak istemem, kendim zaten havalıyım.
Cevabını hep dürüst şekilde alacağın bir soru hakkın olsaydı ne olurdu?
Ne hissediyorsun?
Resim yaparken müzik dinliyor musun?
Podcast dinliyorum. Resim yaparken, benzemek istediğim insanları dinliyorum. Çünkü çok sosyal değilim. En çok görüştüğün beş kişinin ortalaması oluyormuşsun. İçini dışını beğendiğim insanları açıp açıp dinliyorum.
Tekrarda dinlediğin bir parça?
Geri döndüğüm şeyler oluyor. Albüm olarak dinlemeyi seviyorum aslında. Son zamanlarda çok fazla söyleyecek bir şeyi olan müzikler dinlemiyorum. Tek tek şarkı açmak sırayla ölüm gibi geliyor bana. Çünkü bütün şarkılar bir insanın bir fikri, oradan oraya geçelim, şimdi o olalım, bir daha geçelim öteki olalım demeyi hiç sevmiyorum. Başka birinin evindeysem ne dinleniyorsa orada onu dinlemeyi, ona ortak olmayı ve tamamen onlar gibi keyif almayı seçiyorum. Komşum geliyor, arabesk bir parça açıyor, hiç dinlemem, tarzım da değil ama hiç önemli değil. O, onun içinde çok konforlu ve ben onun konforuna ortak oluyorum, onun aldığı zevk benim mutluluğum oluyor. Tek başımayken bazen radyo dinliyorum.
İyi bir eser olmadığını düşündüğün halde sevdiğin (guilty pleasure) bir eser?
jeff Koons’un balonları mesela. Büyük prodüksiyonlu, büyük oyuncaklar olan işler. Bir lunaparkım olsa, yaptıracağım oyuncaklar olurlardı onlar, sanat eseri diyemem, sadece bu dönemin ruhu ve havası ile ilgili objeler, göre göre alıştım sanırım, hoşlanıyorum artık görmekten. Her yerde gördüğümüz Davut büstlerine bile alıştım, asimile oluyorum çok fazla görmekten. Eskiden çok faşisttim, sanatın illa anlamı olmalı diyordum. Ben kendi eserlerimi bile bazen çok görsel odaklı inceliyorum. Bazen pop oluyorlar, bazen dekoratif oluyorlar ama hiç önemli değil benim için, onları oldukları gibi seviyorum.
Fotoğraf: Enes Alba
Video: Mercan Dinçkök
Video İçeriği: Enes Alba
Röportaj: Öyküm Pala
Sayfa Tasarımı Uygulama: Mercan Dinçkök
Sayfa Tasarımı: Studio Pul